maritbet girişmaritbet
Gökhan Avcıoğlu, Dara Kırmızıtoprak ve Çağla Akyürek Elmas mimariyi anlatıyor!

Gökhan Avcıoğlu, Dara Kırmızıtoprak ve Çağla Akyürek Elmas mimariyi anlatıyor!

Günümüzün en gözde meslekleri nedir diye sorarsak kendimize, hiç kuşkusuz mimarlık en başlarda gelir. İçinde hem sanat, hem bilim, hem de zanaat olan mimarlık, aslında çok özel bir meslektir. Türkiye artık bu alanda da her geçen gün bilinirliğini arttırıp reytingini yükseltiyor.

Artık yaptıkları projelerle dünyada konuşulan, birçok önemli ödüle layık görülen mimarlarımız var.  İşte yapıtlarıyla son dönemde adından sıkça söz edilen mimarlarımız…

Gökhan Avcıoğlu
“Kadınlar Erkekler Gibi Davranmadıkları Zaman Daha Yaratıcı Oluyorlar…”
 
Global Architectural Development (GAD) ofisinin kurucusu mimar Gökhan Avcıoğlu, Kadıköy Meydanı'ndaki tuvaletlerden Beşiktaş Balık Pazarı'na, Bodrum'daki villalardan, Esma Sultan Yalısı'na, Borusan Müzik Evi'nden, One Ortaköy'e kadar birbirinden farklı projelerle adından söz ettiren bir isim.
 
İmza attığı projelerle Türkiye'yi uluslararası arenada birçok kez temsil eden mimar Gökhan Avcıoğlu, Cannes'da düzenlenen, dünyanın en büyük gayrimenkul fuarı olan MIPIM'de GDKP projesi ile “Regeneration ve Masterplanning” kategorisinde “2012 Mipim Architectural Review Future Project Awards” büyük ödülünü aldı. Türkiye ve New York'ta 25 yıldan beri mimari tasarım, araştırma ve konsept tasarımı üzerinde çalışan ünlü mimar, AGU, ARUP, Cecil Balmond, Philip Gumuchdijan, Jeff Lee gibi gruplarla işbirliği içinde olan New York ve İstanbul tabanlı mimarlık ofisi GAD'da mimari çalışmalarına yoğun bir şekilde devam ediyor.
 
Çalışmalarında geçmişin, günümüzün ve geleceğin mimari repertuarından yararlanan Avcıoğlu, projelerinde öne çıkan detayları şöyle anlatıyor:
 
“Hem tarihsel olarak hem de onu çalıştıran bazı fonksiyonlar var. Mesela yer çekimiyle olan ilişki; hem sağlam olmalı, ama hem de çok yere bağlı olmamalı. Mesela arsanın nerede olduğu, kültürel, sosyal ve coğrafi özellikleri beni çok ilgilendiriyor. Bu anlamda İstanbul kadar yapmayı sevdiğim yerler var. Bunlardan biri de Bodrum. Neden derseniz, işte o doğanın içinde olma meselesi.. Küçük ölçekli olma meselesi. İstanbul'da maalesef o ölçeklerde projeler olmuyor. Çünkü İstanbul'un bir hacmi, bir enerjisi var. Daha büyük projeler oluyor burada.”
 
Özellikle İstanbul'un her defasında eleştirilen problemli yapısına farklı bir açıdan bakan Avcıoğlu, “Şehrin problemleri olması onu kötü yapmaz. Birçok şey bu olumsuzluklardan doğuyor. Doktor için hasta neyse benim için de İstanbul o” diyor ve ekliyor:
 
“Şehircilik, 8500 yıllık tarihe sahip ve çok güzel örnekler var. Bunları ne adına değiştiriyoruz, tartışmamız lazım. Ben fabrika ayarlarına geri dönmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. Tarihe, geçmişe baktığımızda mahalle kavramı bugünkü karma sistemlerden çok iyi örnek” diyor.
 
“Sorun Mimaride Değil Şehircilikte…”
 
Türkiye'deki sorunun mimaride değil, şehircilikte olduğuna dikkat çeken Avcıoğlu, böyle olunca güzel binaların, şehirde oluşan iyi yapıların kendini gösteremediğini belirtiyor ve ekliyor: “Mesela New York'taki binalara çok dikkatli baktığınızda esasında çok da müthiş bina olmadığını görürsünüz.  Ama o şehrin planlaması, binalar arasındaki ilişkiler ve düzen öyle bir şey yaratıyor ki, o zemin, o taban her şeyi güzel gösteriyor.”
 
Hayalinin yeni şehir planları ve yerleşimleri üzerine çalışmak olduğunu da dile getiren Avcıoğlu, şöyle konuşuyor:
 
“Buna eklenebilecek yeni anlayışlar da var. Mesela kendi kendine yeten şehirler, kendi enerjisini kullanan şehirler… Şu an ki mevcut şehirlerin bir eski, bir de yeni dokuları var. Dolayısıyla bu yönetmelikle, bu sistemle yeni şeyler yaratmak çok zor görünüyor. Onun için sıfır bir alanda, yepyeni bir nedenle üzerinde çalıştığımız, böyle bir iki tane projemiz var. Yeni bir şehir nasıl olmalı? Şu an bunun üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyoruz.”
 
Hali hazırda değişik büyüklüklerde 25'e yakın proje üzerinde çalıştıklarını kaydeden Avcıoğlu, kendisini en çok yansıttığını düşündüğü projeleri ise şöyle anlatıyor:
 
“Bunlardan bir tanesi Serdar Bilgili ile üniversitelilere yönelik yaptığımız One Ortaköy.. Esma Sultan Yalısı, Borusan Müzik Evi ve Bodrum'daki Kum Otel… Bunlar iyi gelişen projeler. Bir de şu çok önemli; binadan ziyade esasında ben müşteriyi daha çok önemsiyorum. Kamusal anlamda da özel sektör anlamında da önemli bir konu bu. Yani bazı projelerde sizinle beraber çalışan kişilerden kaynaklanan rahat bir çalışma söz konusu. O da tabi doğrudan projeye yansıyor. O rahatlık, o keyif işin kalitesini de yükseltiyor. Böyle deneysel projeler de var. Mesela şu an üzerinde çalıştığımız, Türkiye'nin ilk otomobil alışveriş kompleksi Autopia diye bir projemiz var. Oldukça büyük bir proje bu, bir uçak gemisi büyüklüğünde… O yaşadığı zaman çok ilginç olabilecek bir proje. Dolayısıyla projeyi yaparken, sonuç kadar işin yolunda gidişi de çok önemli. Çünkü o da bizim kültürümüzü ve ilişkilerimizi yansıtıyor.”
 
“Eskinin Tedavülden Kalkması Gerekiyor!..”
 
Gökhan Avcıoğlu'na göre mimarlık hem sanatın içinde olan, hem de olmayan çok özel bir alan. İşte bu nedenle özellikle yeni teknolojileri çok önemseyen ve kullanan bir ofis olarak, yeni mimarlar, yeni yaratıcılar beklediklerini dile getiriyor. “Bu alanda eskinin tedavülden kalkması gerekiyor. Yenilere ihtiyaç var. Eskiler derken Cumhuriyet dönemini kastediyorum. O dönem maalesef çok iyi olmadı. Onun için yeni gruplara bakıyoruz.”
 
Bu yüzden genç yetenekleri desteklediklerini, hatta bir okul kurmayı da düşündüklerini belirten Avcıoğlu, mimar olmak isteyen gençlere şu önerilerde bulunuyor:
 
“Mimarlık çok gezmek, görmek ve okumak gereken bir iş. Benim bile hala destek aldığım ve öğrendiğim bir hocam var. Alpaslan Tamah. O da bizimle beraber, devamlı konuşup tartışıyoruz bu konuları.  Bu işin gezme görme tarafı aslında keyifli de bir şey.  Mimarlık, deneye dayalı bir iş. Yapa yapa öğreniyorsunuz. Cesaretle girişmek gerekiyor.”
 
“Kadın Mimarlar da Artmaya Başladı, Ama…”
 
Meslekte giderek kadın sayısının da artmaya başladığına dikkat çeken Avcıoğlu, kadınların mimaride de başarılı olacaklarının altını çizerek şunları söylüyor:
 
“10 yıl önce, daha böyle çok tanınmadan evvel Zaha Hadid ile biz bu konuları çok konuşuyorduk. Kadınlar daha ziyade bu işin halı, perde, renk dokusu üzerine, yani daha çok iç mimari kısımlarıyla ilgililer ve bu alanlarda daha yaratıcılar. Kadınların bu meslekteki katkıları birçok meslekte olduğu gibi daha yeni. Ama önümüzdeki zamanlarda bunun daha iyi sonuçlarını görebiliriz. Ben kadınlar konusunun gittikçe daha önemli olduğunu düşünüyorum. Ama bir tek şartla, erkekler gibi davranmadıkları zaman… Kendi duygu ve düşüncelerine göre davrandıkları zaman daha yaratıcı işler çıkıyor. Mesela Zaha'nın çizgileri çok yumuşak, çok organik ve feminendir aslında. Fakat o sinirleniyor bu konu açıldığı zaman kızıyor, ayrımcılık olduğunu düşünüyor.”
 
Dara Kırmızıtoprak
“En Büyük Hayalim Cami Yapmak!..”
 
Çok yönlü kişiliğini yaratımlarıyla ortaya koyan; mimarlık, tasarım ve iç mimarlık alanlarında birçok başarılı projeyi gerçekleştirmiş bir isim Dara Kırmızıtoprak.  İTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu olan Kırmızıtoprak, 1982 yılından beri mimarlık yapıyor. Daha doğrusu sadece mimarlık değil, mimarlığın kapsadığı o çok geniş alan içerisinde yer alan ne varsa onları da yapıyor. Dara Kırmızıtoprak bunu şöyle anlatıyor:
 
“Üniversiteye girdiğim yıl Çırağan Sarayı'nın yanık ve harabe halindeyken röleve projeleri hazırladım. İmar affıyla yasal ruhsat affı kazanacak yaklaşık 500 binanın Sultanahmet Tarihi Dokusu projelerini hazırladım. Bir müşterimin bahçesinde yer alacak köpeklerinin kulübelerini çizdim ve yaptım. Alçıcılarla kartonpiyer döktüm, perdeciyle kumaş topları taşıdım, ders verdim. 30 yıldır hayatımı mimarlıktan kazanıyorum. Müteahhit, mimar, mühendis, taşeron, iç mimar, öğretmen, ithalatçı, marangoz, alçıcı, endüstriyel tasarımcı, pazarlamacı oldum mimarlık serüvenim boyunca. Mimar olduğunuz zaman hepsinden oluyorsunuz. Size teslim edilen öyle bir emanet ki! Yaratıcılık, detay ve malzeme bilgisi yıllarla gelişip serpiliyor. Ancak mühendislik eğitimi muhakkak formal bir öğrenim süreci gerektiriyor. Teknik Üniversite bu disiplin ve altyapıyı yüzyıllara yayılan bir gelenek olarak veriyor. Bu tercih, mesleğimdeki ve özel hayatımdaki tüm boşlukları doldurdu. Diğer vasıflar bu sağlam temelin üzerine kuruldu.”
 
Proje ve mekan tasarımlarındaki en belirgin unsurları da anlatan Kırmızıtoprak, tüm projelerini çözülmesi gereken farklı problemler gibi gördüğünü belirterek şunları söylüyor:
 
“Farklı veriler farklı çözümler demek. Dolayısıyla beni tarifleyen bir stilden ziyade üsluptan söz edilebilir. Kendi egomdan tamamiyle sıyrılıp kullanıcının dilini ve yaratmak istediği etkiyi düşünüp onu tarifleyecek bir yapıyı oluşturuyorum. Zaten bir hayat macerasıyla karşınıza gelen müşteriniz artık yaşantısını temize çekmeye, birikimini maddi manevi geleceğe taşımaya programlı ve bu doğal hakkı ile karşınızda. Bu aşamada almış olduğum eğitim ve tecrübelerimi bu yolculukta rehber ediyor ve onlara ait bir elbiseyi, kurguyu geliştiriyorum. Ziyaretçi kimle muhatap olduğunu görüyor, hissediyor, bu yaşanmışlığa hürmet ediyor. Tabii ki yepyeni bir anlayışla ortaya çıkan bir firma, tercihleri konusunda kararsız, yolun başındaki bir genç evi ya da heykelsi yapısıyla bulunduğu yeri tanımlayacak bir simge bina tasarımında da kenarına köşesine kondurduğum bir ‘kırmızı' nokta daima vardır. Tüm işlerimde işçiliklerdeki titizlik, bitiş detayları, hijyenik ortam hemen dikkati çeker ki uygulamaları da yürütmek ısrarımın ödülüdür. Müşterime ait bir mekan, Dara Kırmızıtoprak usulü denilebilir!”
 
“Temel Felsefem Fonksiyonların Uyumu…”
 
Mimar Dara Kırmızıtoprak'ın tasarımlarını yönlendiren temel felsefesi ise fonksiyonların uyumu. Ona göre bir mimarın asıl görevi bu olmalıdır. “Sağlıklı çalışmayan bir vücudun çok güzel olması, iyi giydirilmesi, gösterişi, zenginliği hiçbir işe yaramaz. Geçici heves ve hayranlıklara mazhar olmak değil, uzun yıllar hizmet eden, insanın içinde rahatlığı ve konforu bulduğu, iyi hissettiği mekanları tasarlıyorum” diyor.
 
Hangi stilde olursa olsun steril mekanları, içinden enerjinin geçtiği, tarifli, karışık olmayan yapıları sevdiğinin altını çizen Kırmızıtoprak, bugüne kadar gerçekleştirdiği projeler arasında kendisini en iyi yansıtanın hangisi olduğu yönündeki sorumuzu ise bakın nasıl yanıtlıyor:
 
“Ben bilimsel verilerin ışığı altında eğitim aldım ve sabırla kendimi yetiştirerek meslekte çeyrek yüzyılı tamamladım. Her işte kendimi daha zenginleşmiş, ekibimi daha tecrübelenmiş gördüm ve bir önceki işin neleri eksikti diye sorgularken buldum. Acımasız bir özeleştiri mekanizması geliştirdim ve bunu ekibime de aşıladım. İlk işlerim mimarlık ve şirket felsefemi oluşturması açısından benim için gerçekten önemli. Bir de yakın dönemde bazı kesimlerle tam buluşturamadığım Atatürk Havalimanı C.I.P salonu tecrübem var ki, belki fazla kendine güvenden, ‘Biraz fazla şımarık mı davrandık?' diye içimi titretmiyor değil. Kamusal anlamda tüm kesimlerin duyarlılıkları daha fazla önemsemek gerekliliği, siyasi, politik, sosyal sorumluluklar galiba egoyu biraz törpülemeli.”
 
“Marka Haline Gelmenin Tek Yolu Hatasız Bir Üretim Süreci…”
 
Mimari denilince Dara Kırmızıtoprak ismi gerçek anlamda bir markayı temsil ediyor. Peki mimarlıkta nasıl marka olunur? İşte ünlü mimarın cevabı:
 
“Marka haline gelmenin tek yolu hatasız bir üretim süreci. Bu her sektörde böyle. Hatasız, yanlışsız bir süreci imalat ya da organizasyonunuz içine katabilmişseniz o zaman marka oluyorsunuz. Bugün ben kendi ismimin sloganını tamamiyle bunun üzerine kurdum. İnsanların emanet ettiği işi hiçbir şekilde hıyanet etmeden, bir hata ve yanlış yapmadan kendi katkılarımızla birlikte onlara iade edebilmek. Bence markanın anlamı da bu.”
 
Ve işte o en çok merak ettiğimiz soruyu sormaya geldi sıra… Bugün mimaride bir marka olan Dara Kırmızıtoprak'ın en büyük hayali nedir sorusunu:
 
“Şimdi bunu söyleyince yanlış anlaşılabilir ama, benim hayalim bir cami yapmak. Ben yaklaşık 2,5 milyarlık Müslüman cemaatinin ya da camiasının böyle simge bina anlamında bir binasını yapmak istiyorum.  İnsanların İslamiyeti hep böyle terörle, gericilikle, modası geçmiş birtakım kavramlarla değil de modern mimariyle de, modern insanların da içinde kendine yer bulabildiği bir mekanı tasarlamak istiyorum. Böyle bir hayalim var. İnşallah yapabilirim. Nasıl Ayasofya mesela dünyanın en büyük geniş açıklığı olan kubbesidir ve dünyanın en büyük kilisesidir. Benim de İstanbul'da böyle bir örnek, böyle literatüre mal olmuş bir cami yapma arzum var. Ama o camiyi yalnız bir ibadet yeri olarak değil; daha sosyal; mesela müzesiyle, kütüphanesiyle, birtakım oyunların sahnelendiği tiyatrosuyla, cafesiyle hatta alışveriş merkeziyle yapmak istiyorum. Tüm bunlar hayatımızın içinde çünkü. Eskiden kent merkezleri ya da mahalle meydanları vardı. Oralarda oyun oynardık, insanlar birbirleriyle sohbet ederdi, flört ederdik. Şimdi o tür yerler alışveriş merkezlerinin meydanları.. Bu sosyal bir gereklilik ise biz mimarlar olarak onun da gereğini yapabiliriz.”
 
Çağla Akyürek Elmas
“Gerçek ve Hayalin Peşinde Koşuyorum…”
 
Yüksek Mimar Çağla Akyürek Elmas'ın bu mesleği tercih etmesinde mimar olan babasının çok büyük etkisi olmuş. Çocukken babasının şahane, renkli kalemlerinin büyüsüne kapıldığını belirten Elmas, “Gerçekten de düşününce mimarlık bir büyü, bir hayal. Ama bir o kadar da elle tutulur bir gerçek. Ben de bu gerçek ve hayalin peşinde koşuyorum” diyor.
 
1998 yılında kendisi gibi mimar olan eşi Can Elmas ile beraber kendi mimarlık büroları olan Akyürek Elmas Mimarlık Ltd Şti‘ni kuran Elmas'lar o zamandan bu yana endüstri, konut, turizm, eğitim, kentsel tasarım ve ticari konularda birçok proje yapmışlar. “Can'la birlikte, ilk projemiz olan Sıdıka Atalay için yaptığımız “Prinkipo Port Marina, Konut, Sosyal Tesisleri” tasarımımızı çok severim. Bir de Hadımköy'de Mehmet İncekara için hem projesini yaptığımız, hem de uygulamada kontrollük görevimiz olan Ambalaj Fabrikası projemizin benim için çok özel bir yeri vardır. Bir mimar olarak işverenden çok şey öğrendiğimi samimiyetle itiraf edebilirim” diyor Çağla Hanım.
 
2011 Uluslararası Gayrimenkul Ödüllerinde Kamu Hizmet Binası İç Mimari Dalında, Magic Ice - Buz Müzesi projesi ile önce Avrupa'nın, daha sonra da “Dünya'nın En İyisi “ ödülünü alan Çağla Akyürek Elmas, bir mimarın başarısının hangi kriterlerle anlaşılacağını şöyle anlatıyor:  
 
“Bir mimarın tasarladığı projesini önce kendi içine sindirmesi gereklidir. Çevre verileri, fonksiyon, kullanılan malzeme ile uyum ve kullanıcının memnuniyeti de çok önemlidir. Bir bina; konusu ne olursa olsun, öncelikle fonksiyonel ve ekonomik olmalıdır. Bu şimdilerde biraz “eski kafa” gibi görünebilir; ama bunca karmaşa, malzeme bolluğuna karşı mimarın çizgisini koruması ve kendini kurtarması gerektiğine inanıyorum.”
 
İstanbul'un bugünkü mimarisini de sormadan geçemediğimiz Çağla Akyürek Elmas bu konudaki düşüncesini ise şöyle anlatıyor:  
 
“Büyük karmaşa. Dil birliği olmaması, estetik binaların üzerine asılan reklam panoları beni çok rahatsız ediyor. Bir gece çıkıp hepsini kaldırmak geliyor içimden.”
 
Şu an biri Tuzla'da idari bina, Sinanoba'da villa, Eskişehir'de fabrika ve Çekmeköy'de de Merit Life Silva projesi olmak üzere dört proje üzerinde çalışan Çağla Akyürek Elmas, ilerde gerçekleştirmek istediği bir hayalini ise şöyle anlatıyor:
 
“Ben mutlaka organik beslenirim. Ailemin beslenme şekline de çok dikkat ederim. İleride kendimin tasarladığı ve inşa ettiği; tüm sevdiklerimle beraber yaşayabileceğimiz bir köy ve bir çiftliğimin olmasını hayal ediyorum. Böylece yoga yapmak için harika mekanlar yaratabilirim.”
 
Abdullah Burnaz
“Tarzımı Oluşturan Aydınlatmanın Kullanım Şeklidir..”
 
Son yılların başarılı ve bol ödüllü mimarlarından biri olan Abdullah Burnaz, çocukluğundan beri mimarlık hayaliyle büyümüş. O zamanlar çizim yeteneği ve fotografik hafızası başta ailesi ve öğretmenleri olmak üzere herkesin dikkatini çeken Burnaz, üniversite tercihlerinde sadece mimarlık bölümünü yazmış. Ve hep istediği o bölümü, iç mimarlığı kazanıp, eğitimini almış.
 
Bugün başta İstanbul olmak üzere birçok farklı yerde farklı projeye imza atan Burnaz, bu projelerin hepsinin kendisi için apayrı bir yerinin olduğunu söylüyor ve ekliyor:
 
“Projeler, sizin elinizden çıkan, ruhunuzu, fikrinizi kattığınız çocuklarınızdır. Hiçbirini ayıramam. En küçük metrekaredekinden binlerce metrelik alanlara kadar onların hepsi benim hayalimin realize olmuş, beden bulmuş halleri.. Bu yüzden hepsi önemli, hepsi değerli. Ama ilkler bir başka elbet. Hiçbir iç mimara nasip olmayan bir şansım oldu benim. Hemen hemen her sektörde bir ilkim oldu; ilk hastane, ilk otel, mağaza, ev, eğlence kompleksi, gece kulübü, beach club, fitness, restaurant, pastane vs… İlklerimin hepsi çok ama çok önemli benim için.”
 
Bugüne kadar yaptığı projelere yönelik yurtiçi, yurtdışı birçok ödül de alan Burnaz, “Benim en büyük ödülüm hayata geçirdiğimiz projelerin bitmiş hallerinde müşterimle birlikte oturmak, bana teşekkür ettikleri o andır” diyor ve ekliyor:  
 
“Elbette ödüllerim var. Örneğin Sırbistan'da en iyi cafe/bar projesi ödülü..  Süzer Plaza Residance bölümü penthouse projesinde kullandığım İtalyan banyo malzemeleri firması, katalog ve reklam filminde birincilik alan bu  projemi kullandı, vs. Bunun gibi pek çokları var. Ama başta da söylediğim gibi yaptığınız yere gidip oturmak, müşterinizi kendinize dost yapmak, işte asıl ödül budur benim için.”
 
Peki, bir iç mimarın başarısı hangi kriterlerle anlaşılır? İşte Abdullah Burnaz'ın cevabı:
 
“Bir iç mimarın başarısı yaptığı projelerin beğenisiyle doğru orantılıdır. Bizler bir projeyi yaparken insanların beğenisine, toplumun kullanışına ve fonksiyonel olma özelliğine göre tasarlamalıyız. Mekansal çözümler, estetik dokunuşlar ve zaman, bir iç mimarın başarı yolunda hiç unutmaması gereken kriterlerdir.”
 
İmza attığı projelerde vazgeçemediği standartları da sorduğumuz Burnaz,  dönemsel olarak etkilendiği olayların projelerinin hepsine yansıdığını belirtiyor ve ekliyor:
 
“Ancak benim yaptığım projelerde aydınlatma en önemli detaydır.. Kullandığım nesneler, malzemeler ya da renkler değişebilir. Ancak aydınlatma şekli hep aynıdır. Tasarladığım mekanlara baktığınızda hepsi ayrı ayrı düşünülmüş, müşteri ve kullanıcının isteğiyle benim tasarımım yoğrulmuştur. Bence Abdullah Burnaz tarzını yaratan aydınlatmanın kullanım şeklidir.”
 
Burnaz şu anda Nişantaşı City's'in tüm yemek katını kapsayan Mahalle projesi ve Pure Fitness Collection Clubs üzerine çalışıyor. Villa iç mimarileri ve restaurant projeleri de yoğun bir şekilde devam eden Burnaz'ın, en büyük hayali ise, oğlu ve kızını Abdullah Burnaz Design Team'in  başında ve bıraktığından daha da iyi yerlerde görmek. 
 
Kezban Aslan Yılmaz/VipMag

Yorum Yaz

Benzer Haberler

Gökhan Avcıoğlu, Dubai'de İstanbul'u değerlendirdi
  • 22.09.2014 14:54

Gökhan Avcıoğlu, Dubai'de İstanbul'u değerlendirdi

GAD Architects Kurucusu Gökhan Avcıoğlu, Dubai Cityscape Global 2014 Fuarı'nda İ ...

Gökhan Avcıoğlu MIPIM 2013'te emlaktasondakika'ya konuştu!
  • 14.03.2013 15:08

Gökhan Avcıoğlu MIPIM 2013'te emlaktasondakika'ya konuştu!

GAD Mimarlık Kurucu Ortağı Gökhan Avcıoğlu, Fransa'nın Cannes şehrinde düzenlene ...

Filyos Limanı'nın önemi Fatih'in sondajıyla arttı
  • 24.08.2020 15:02

Filyos Limanı'nın önemi Fatih'in sondajıyla arttı

Sultan 2. Abdülhamid döneminde hayata geçirilmesi planlanan Filyos Projesi, Tuna ...

Gökhan Avcıoğlu, Fransa'dan ödülle dönüyor!
  • 14.03.2018 14:22

Gökhan Avcıoğlu, Fransa'dan ödülle dönüyor!

GAD Vakfı tarafından tasarlanan kütüphane projesi, dünyanın en büyük gayrimenkul ...

Gökhan Avcıoğlu, mimarlık öğrencileri ile buluşacak
  • 04.11.2016 10:30

Gökhan Avcıoğlu, mimarlık öğrencileri ile buluşacak

Kalebodur’un düzenlediği Kalebodur’la Mimarın Mutfağı’nın yeni konuğu GAD Mimarl ...

‘İstanbul, Paris ile Londra arasında hak ettiği yerde’
  • 17.03.2016 22:21

‘İstanbul, Paris ile Londra arasında hak ettiği yerde’

GAD (Global Mimari Gelişimi) Mimarlık Kurucusu Gökhan Avcıoğlu, MIPIM Fuarı'nda ...